ABD’de Evanjelik hareketin belirli kesimleri, Donald Trump’ı kutsal bir figür olarak görmeye devam ediyor. Özellikle Virginia’da Trump’a adanmış bir kilisenin kurulması ve onu Mesih ilan eden açıklamaların artması, bu hareketin ne denli radikal boyutlara ulaştığını gösteriyor.
Bu inanışın kökleri, Trump’ın 2016 yılında başkan seçilmesinden önceye dayanıyor. O dönemden itibaren bazı Evanjelik liderler, Trump’ın Tanrı tarafından Amerika’yı kurtarmak için gönderildiğini savunmaya başladı. Evanjelik düşünür Lance Wallnau, Trump’ı Eski Ahit’te geçen Pers Kralı Koresh’e benzetmiş ve onun Tanrı’nın seçtiği bir lider olduğunu öne sürmüştü. Bu söylem, zaman içinde Evanjelik taban içinde yaygınlaşarak Trump’ı adeta bir Mesih figürüne dönüştürdü.
Özellikle 2020 seçimlerinden sonra bu inanış daha da güçlendi. Seçimleri kaybeden Trump’ın “hak etmediği” bir yenilgi aldığına inanan birçok Evanjelik, bunu şeytani güçlerin bir oyunu olarak gördü. Bu şeytani güçler, özellikle Demokrat Parti ile ilişkilendirildi. Evanjelik liderlere göre, Demokratlar Amerika’nın temel değerlerini sarsan, ahlaki çöküşe sebep olan ve küreselci elitlerle iş birliği yapan bir yapıydı. Trump ise bu yozlaşmaya karşı duran, Tanrı’nın seçtiği bir liderdi.
Demokratların politikaları, Trump destekçileri arasında ulusun geleneksel Hristiyan kimliğini tehdit eden unsurlar olarak görülüyordu. Göçmen politikaları, LGBTQ+ haklarına yönelik genişlemeler, kürtaj yasalarının gevşetilmesi ve sekülerleşmeye verilen destek, Evanjelikler için büyük tehditlerdi. Trump, bu politikalarla mücadele eden ve Amerikan toplumunu “gerçek değerlerine” döndürmeye çalışan bir kurtarıcı olarak konumlandırıldı.
13 Temmuz 2024’te Trump’a yönelik suikast girişimi, bu gruplar içinde büyük yankı uyandırdı. Saldırıyı bir sınav ya da Tanrı’nın korumasının bir kanıtı olarak değerlendiren birçok Evanjelik lider, Trump’ın başına gelenlerin İncil’de geçen kıyamet işaretleriyle örtüştüğünü öne sürdü. Bu olaylar, Virginia’da Trump’a adanmış bir kilisenin kurulmasına ve onun bir Mesih olarak kutsanmasına yol açtı.
Trump’a atfedilen bu kutsal kimlik, Amerikan toplumunda derin bir ayrışmaya sebep oluyor. Bir yanda onu sıradan bir siyasetçi olarak görenler varken, diğer yanda onu Tanrı’nın seçilmiş kişisi olarak kabul eden geniş bir kitle var. Bu durum, ABD’de din ve siyasetin ne kadar iç içe geçtiğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Evanjelik hareketin bazı kesimlerinde Trump’a duyulan bu türden bir bağlılık, dini ve politik dinamiklerin nasıl şekillendiğini gösteriyor. Ancak bu hareketin Amerikan siyasetinde nasıl bir etki yaratacağı ve toplum içinde nasıl yankı bulacağı önümüzdeki dönemde daha da netleşecek. Bu durum, ABD’nin siyasi geleceğini derinden etkileyebilecek bir gelişme olarak değerlendiriliyor.